Sjögren sendromu ve beslenme ilişkisine başlamadan önce, ben de bu teşhisi almış biri olarak, nedir bu sjögren kısaca bahsedeyim.
Sögren sendromu otoiümün bir hastalıktır. Lenfosit adı verilen beyaz kan hücreleri salgı bezlerini işgal eder. Vücudun dış salgı bezlerini hedef alan savunma sistemimiz şaşırmıştır. Kendi sağlıklı dokularını düşman istilacılar olarak algılar ve saldırır. Yani bedenimiz kendi kendine savaş açar. Kuru göz ve kuru ağız en belirgin özelliğidir.
Genellikle tükrük bezlerini ve göz yaşı bezlerini hedef alır. Ama bu kadar masum kalmaz bazı vakalarda. Eklem iltihabı, karaciğer, böbrek tutulumu gibi etkiler de gösterebilir. İki tür sögren vardır.
İlki, nedeni belli olmayan kendi kendine çıkan yalnız sjögren, buna prime tip denir.
İkincisi,otoimmün hastalıklar SLE veya RA (Sistemik lupus eristematoz veya ramatoit artrit ) gibi hastalıklara eşlik eden sekonder tip.
BESLENME VE SJÖGREN
Tüm otoimmün hastalıklarda önemli olan beslenme sjögrende de önemlidir. Sjögren sendromu ve beslenme konusunda en önemli husus su içmek. Günde en az iki buçuk litre su içilmeli. Hatta sjögren sendromunu sadece bol su tüketerek atlatan insanlar olduğunu da söylemem gerekir. Eğer atak dönemi geçiriyorsanız, tüm vücudunuz kıpkırmızı ve iyneleniyor gibi batıyorsa atak geçiriyorsunuz demektir. İlk yapmanız gereken şey su içmeyi abartmak olmalı.
Su içemiyorum gibi bir bahaneyi kaldırmaz Sjögren sendromu. Yemek yerken içerken sıcak soğuk yiyeceklere de dikkat etmeli, mümkün ise sadece oda sıcaklığındaki besinler tüketilmelidir. Doğal yiyecekler otoimmün hastalıkları olan tüm insanlarda önemlidir, olmazsa olmazıdır. İmkanı olanlar kendi sebzesini meyvesini yetiştirsinler. Doğal gıdaya ulaşmak günümüzde çok zor. Pazarlarda köylülerin sattığı her şeye tarım ilaçları, suni gübre bulaşmış durumda. Bilinçsizce kullanılan o tarım ilaçları, bitkileri aşırı ürün vermeye mecbur ettiği için üreticinin çok hoşuna gidiyor. Oysaki insan sağlığına çok büyük zararlar verip bizi hasta ediyor.
Sjögren sendromu ve beslenme ilişkisinde paketli gıdayı, hormonlu, GDOlu gıdayı ,şekeri ve glüteni sever.Öncelikle bu işlenmiş gıdaları terk etmeliyiz. Sıcak ve soğuk besinleri, bayatlamış her türlü yiyecek ve içecek bize normal insandan daha fazla zarar verir.
SJÖGREN VEGAN İLİŞKİSİ
Eğer kesin çözüm istiyorsanız, kafaya koyduysanız sjögren sendromunu yenmeyi o zaman size en iyi önerim soğuk vegan beslenmektir. Aynı zamanda da yağ kullanımını minimum seviyeye çekmelisiniz.Ben neler mi yapıyorum?
Ben sadece soğuk sıkım zeytinyağı ve tere yağı kullandığımı belirteyim. Yoğurt ev yapımı olmak şartıyla çok çok az günlük yarım su bardağı kadar. Süt hiç yok. Çok aramıyorsanız yoğurdu tamamen çıkarabilirsiniz listenizden. İğde çekirdeği tozu, dut yaprağı kurusu,koyu yeşil yapraklı sebzeler kalsiyum ihtiyacınızı fazlasıyla karşılayacaktır.
Vitaminler olmadan vegan beslenme sağlıklı olmaz. B12, magnezyum, D vitamini, propolisler, probiyotikler de mutlaka doktora sorularak kullanılmalı.Örneğin spiriluna benim olmazsa olmazım.
Tam olarak bu bir vegan beslenme değil. Çünkü vegan hiç bir hayvansal ürün tüketmez.Benim diyet listemde balık var, organik olduğundan emin olursam koyun, keçi eti var. Ben tamamen vegan beslenmeye veya soğuk vegan beslenmeye geçtiğimi söyleyemem.
Soğuk vegan beslenmede pişirme de yok. En çok 40 dereceye kadar ısıtabiliyorsun.Tahılları pişiremediğimiz için onları ancak filizlendirerek tüketebiliyorsunuz. Oldukça zor bir diyet. Bunu uygulamamız çok zor biliyorum.Lakin, sjögren sendromunu tamamen beslenme düzeni ile ortadan kaldırmış bir örnek var dünyada. Bunu bilmek denemeye değer dedirtiyor. Venüs Williams. Merak ediyorsanız buradaki linke tıklayarak bir göz atabilirsiniz. Eminim Venüs Williams’ ın hikayesi sizi çok etkileyecek. Dünyada sjögreni tamamen silen, bulabildiğim tek kişi kendisi.
Şimdi size bir haftalık diyet listesi örneğini Türkiye şartlarına göre yazayım.Ben bunları yapıyorum.Her şeyin köyden, tamamen doğal ata tohumlarından elde edilmiş, koruyucusuz, katkısız olduğunu belirtmeme gerek duymuyorum. Zira tüm bu anlattıklarım boşa gider. Köyden derken gidip köylü pazarından sorgusuz sualsiz güvenerek almamlıyız. İlaçlı tarım en fazla köylerde ve bilinçsizce yapılıyor. Bunu da unutmayalım.
SJÖGRENDE BESLENME NASIL OLMALIDIR?
Bu bir öneri. Benim bir günüm, diyebilirim.
- kahvalatı : kuymak( az tuzlu veya tuzsuz eski kaşar ile )
- ara öğün:avakado veya armut olabilir.
- öğle: mevsimin sebze yemeği ve az pilav salata
- ara öğün:az şekerli meyve veya sebze ( burada domates salatalık olableceği gibi ejder meyvesi, olmamış muz, mürdüm eriği,şeftali, kayısı, vişne, böğürtlen, mavi yemiş, nar, elma, armut, çilek, dut … mevsime göre en fazla iki çeşit olmak şartıyla abartmadan ara öğün yapılırsa doğru olur.)
- akşam:balık, salata, sebze çorbası.
En çok zorlanılan konu kahvaltı. Ekmeğin beslenmeden çıkmasıyla kahvaltı fakirleşiyor gibi görünebilir. Oysaki, tam tersi. Ekmekle boş şişkinlik yapacağınız midenizi faydalı besinlerle dolduruyorsunuz. Doyma hissini ekmek değil renkli gıdalar alıyor. Sögren sendromu ve beslenme ilişkisi bizim sandığımızdan çok daha fazla gördüğünüz gibi.
Şimdi gelelim başka önemli konuya! Atıştırmalıklar yok mu hayatımızda! Korkmayın tabii ki var. Meyve kuruları. Elma kurusu, Cennet hurması kurusu, normal hurma, şu yaş olmamış nohutlar veya haşlanmış nohut, leblebi, tüm kavrulmamış kuruyemişler, fındık, badem, ceviz, kaju, çekirdekler… Serbest.
FABRİKA AYARLARINA DÖNÜŞ
Aslında özetle, bozulan savunma sistemini fabrika ayarlarına çevirmeye çalışıyoruz. Bunu yaparken de taaa atalarımızın beslenmelerini örnek alıyoruz. Barsak floramızı onlarınkine ne kadar yaklaştırırsak o kadar sağlığımıza da yaklaşmış olacağız. Bu da demek oluyor ki ilk insan gibi yaşamaya çalışmalıyız. Pişirmeden, ezmeden, sıkmadan, dondurmadan, pastörize etmeden, vakumlamadan, tuzlamadan yemeliyiz. Çünkü doğadan olduğu haliyle soframızda olmalı.
Baklagilleri öğütecek dişlerimiz yok. Çünkü biz insanoğlu ancak dişimizin kestiği yumuşak şeyleri yiyebiliriz. Tabii ki pişirmediğimizde. Çünkü pişirmek yiyeceklerin besin değerini çok fazla öldürüyor. Aynı zamanda dondurmak genetiğini değiştiriyor yiyeceklerin. Kısacası saklama koşulları yiyecekleri öldürüyor, bizler de ölü yiyecek yiyoruz. Sonra bizim hücrelerimiz bu gelen besinleri tanımıyor bence. En azında bende öyle oluyor sanıyorum. Araştırdığım kadarıyla.
Nedeni belli olmayan hastalıklarda beslenmeyi ve çevre şartlarını suçluyoruz haklı olarak. Çünkü ihtimaller arasında geçiyor. Bu durumu düzeltmenin de çaresi, saçma sapan beslenme alışkanlığımızı değiştirmek. Diyelim ki tahıl yemek istiyorsak, ancak filizlendirerek yiyebiliriz. Et yemek istiyorsak çiğ, süt içmek istiyorsak kaynatılmamış süt içebiliriz. Bunlar da hastalığa sebep olacağı için hiç yememek en iyisi. En azından bu hastalığı atlatana kadar.
Sağlık bölümünde ilginizi çekeceğini düşündüğüm ” Fibromiyalji Değil Lupus” isimli yazıya ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.
Bu sayfadaki yazılar çok güzel oluyor devamlı okuyorum takip ediyorum her konu ilginç oluyor.Bunu nasıl başarıyorusun admin? 🙂 tebrikler.